top of page

Pınar Ertekin

Herkesin bir hikayesi var değil mi? Benim de bir hikayem var her görünenin ardındaki görünmeyen gibi, benimle kuşatılmış ve tam da bu yüzden ancak ben dil perdesini aralarsam görülebilecek bir hikaye... Lütfen kimse endişelenmesin, şimdi anlatacağım kişisel tarihimin hikayesi değil. Yogayla tanışmamın hikayesi...

Aslına bakılırsa tam olarak yogadan nasıl haberdar olduğumu bilmiyorum. İnsanın hayatında annesi ve babası hep vardır. Sorsalar şimdi size anne-babanı ne zamandan beri biliyorsun? Ne saçma bir soru değil mi? Çünkü onlarla ilk tanışma anı diye bir şey yok. Kendimi bildim bileli ve hatta kendimi bilmezden önce bile hep hayatımdalar. Yoga da benim ilk nerede ve ne zaman ondan haberdar olduğunu bilemediğim lakin hep bildiğim bir şeymiş meğer. Sadece artık yadsınamaz derecede ona ihtiyacım olduğunu anlamam için belirli olaylar silsilesinin vuku bulması gerekiyormuş.

Artık biliyoruz; hayat dediğimiz  periyodik döngülerden ibaret. Gece ve gündüz gibi, mevsimler gibi... Gündüz her şey cıvıl cıvıl, hayat dolu, güneşin tüm enerjisini iliklerimize kadar hissettiğimiz, gözümüzü kendi içimizden dışarı doğru yönelttiğimiz zamanlar. Gece ise, gündüz iyi ya da kötü yaşadıklarımızın muhasebesini yaptığımız, dışa yönelmiş olan gözümüzün içe çevrildiği, belki de varoluşu sorguladığımız zamanlar. Mevsimler; birbiri ardına gelen gece ve gündüz gibi, ruhumuz gibi, ilkbaharda canlı, hayat dolu; yazın olgunluğun tadını çıkaran, sonbaharda hüzünlere gark olmuş ve kışın üşüyen, zorlayıcı deneyimler yaşayan ruhumuz gibi. Ben artık bu döngülere kutsal döngüler diyorum ve doğanın yasası, insan ruhunun da yasası. Günün ardından mutlaka gece gelecek ve gecenin ardından mutlaka güneş doğacak. Yazın ardından kış ve kışın ardından yaz gelecek. Ve şimdi soruyorum size? Bunda iyi ya da kötü diye nitelendireceğimiz bir durum söz konusu mu? Kesinlikle hayır. Herşey olması gerektiği gibi. Hayatlarımız için de öyle: güneş hiçbir zaman gökyüzünde aralıksız olarak kendini göstermeyecek, hiçbir zaman aralıksız olarak yazı yaşamayacağız. Bileceğiz ki hayatımızda da döngüler olacak mevsimler gibi...

İnsan olup da bu döngüden nasiplenmemek imkansız tabi. Benim de kışı iliklerime kadar hissettiğim bir zamandı; dümdüz yolumda ilerlerken tekerimin patlayıp şarampole yuvarlandığım ve evet buna rağmen hayatta kaldığım ama izlemekte olduğum ve izleyeceğimi sandığım yoldan ayrıldığım zaman. Ve işte birşeyler olması gerektiği gibi ya da olmasını düşündüğünüz gibi gitmeyince sorgulamaya başlıyorsunuz. İlk olarak neden ben ve nerede yanlış yaptım ki bu benim başıma geldi? Kendinizi teselli etmeye çalışıyorsunuz, sizi sevenler yanınızda olsa da aracınız şarampole yuvarlandığında aldığınız yaraların acısının ne yazık ki kendi başınıza üstesinden gelmek zorundasınız ve yaraların iyileşmesi için belli bir zamana ihtiyaç var. Ben de aldığım yaraları iyileştirmeye çalışırken ruhumun fazlasıyla huzur bulmaya ihtiyacı olduğunu hissettim. İçimde zaptedemediğim bir öfke vardı, kendime karşı, hayata karşı ve ben bu duyguyla nasıl başa çıkacağımı bilmediğim için kendimi çok huzursuz ve yorgun hissediyordum. Hayat benim için anlamını kaybetmiş gibiydi, ya da bildiğim anlamını kaybetmiş gibi desem daha doğru olur muhtemelen. Tüm bu duygularım günlerin getirdikleriyle evrilip giderken, hayat gerçekten insanın karşısına ihtiyacı olan her ne ise onu çıkartıyor, benim de karşıma bir otobüs durağına asılan reklam ilanında ne tesadüftür ki yogayı çıkardı. O an için ihtiyacım olan şeyin tüm ruhumla, o olduğunu biliyordum, lakin bilemediğim sonrasında hayatıma yön verecek şeyin de o olduğuydu. İlanı gördükten sonra ilk yaptığım şey hemen irtibata geçmek ve kaydımı yaptırmak oldu ve ilk ders. İlk nefes çalışmam, o ana kadar aldığım hiçbir nefeste, nefes alıp vermemin o kadar rahatlatıcı, o kadar ulvi olduğunu ve her nefeste ruhumu genişlettiğini idrak edememiştim. Meğer nefes alıp-vermek mucizelerin zaten en büyüğüymüş ve sonradan öğreneceğim üzere benim tüm varoluşla bağlantımı sağlıyormuş... Asanalar, her bir asanada ilk defa bedenimin o kadar farkında oldum ve yine sonradan öğreneceğim üzere bedenim benim bu hayatı deneyimlerken kullanacağım tek enstrümanımdı. Ve meditasyon... Zihnimin ne kadar geveze olduğunu ilk defa fark edişim. Tedavi teşhisle başlar ve elimden geldiğince onu susturmaya çalışarak, öze elimden geldiğince yaklaşmak. Sanki asırlardır aradığıma kavuşmuş gibiydim, hissettiğim müthiş bir huzurdu. İlk ders için müthiş bir deneyim değil mi? Bu sadece sonsuzluğa açılan kapıda eşiği geçerken atılan ilk adım... Önümüzde küçük ya da büyük adımlarla, ya da kimi zaman büyük, kimi zaman küçük adımlarla deneyimleyeceğimiz uzun mu uzun bir yol var. Önemli olan varış noktan değil demişler, yürüdüğün yol. Sadece kapıyı bulmak için kimileri benim gibi arkadan itekleniyordur, kimileri de daha şanslıdır belki kim bilir? Asıl mevzu şimdi başlıyor, hep beraber yaşayarak göreceğiz.

bottom of page